Benim Göremediklerim
Benim göremediklerim nelerdi acaba? Dünya, yaşanmış hayatların ve alınan tecrübelerin ışığında bir dünyadır. Her aşkın içinde elbette aldatılmak, aldanmak, yarım kalmak, hüsrana uğramak vardır. Bunlar olmasa zaten yaşanılmış onca şeye aşk diyebilmek mümkün değildir. Biraz düşününce, kararlar almanız da gerekiyor. Neyin kararını alabilirsiniz mesela, bana bu aşkın tarifini yap deseler çok basit konuşurdum. Kısaca ‘ tutkunun esiri olmuştuk ya da biz bunu aşk sanmıştık ‘ diyebilirim. Neden böyle bir sonuç çıktı dersek, aslında gerçeği tam anlamıyla anlatmış olurduk. Seven terk etmez, seven aldatmaz, seven yalan söylemez, seven aşağılamaz ve aşağılanmaz. Peki başka bir sebep var mı bu ayrılıkta, kendimce düşünüyorum ama cevap bulamıyorum aslında. Yaşanan duygunun adı aşksa, bu ne biçim son böyle? Bu son, yakışıyor muydu bu aşka?
Nereden başlasam yazmaya bilemiyorum demiştim yazımın başlangıcında ama bildiğim tek şey onunla bir sırrımız olduğu idi. Konuşamadığımız sırlarımıza sahip olamadık. Yıllarca birbirimize katlanabilmiştik belki ama bir o kadar da acıtmıştık ikimiz de kendimizi. Durmadan vuruyorduk, acımasızca ve hiç bir şeye aldırmadan.
Bitmek ve tükenmek bilmeyen o ihtiraslar bizi öyle bir şeylerden etti ki, kimse ne olduğunu bile anlamadan yerle bir olduk. Acı olan şey de, tadına varamadan bu güzel aşkın sonlanmasıydı. Her şey nasip deriz ya sıkışınca, ona benzer kelimeler etmeye başladık hep son zamanlarda.
‘ Hayırlısı ‘ diyerek başladığımız her cümle aslında bir sonun başlangıcını işaret eder. Neyin sonu derken, esasen başlanmayan bir aşkın sonu mu olurdu ki? Olmayan bir aşka, bir son mu yakıştıracaktık kendimizce?
Nedendir bilinmez ama hep bir suçluluk hissettim ona karşı. Ben mi acaba beceremiyordum bu aşkı, yoksa bu aşk mı bize iyi gelmiyordu?

Cevapsız binlerce soru kulaklarımı tırmalarken, ondan ayrılmanın belki de daha iyi olacağı kanaatine
vardım. Onun da içini umutsuzluk kaplamasa iyi olacaktı benim için.Nedeni bilinmez bir soru belki de ikimizi buralara getirdi. Bu sonun böyle başlamasını belki de biz hazırladık. Kıskançlık, hassasiyet ve mecbur kalma durumları aşklarda hep var olmadı mı? Katlanamadık birbirimize, hep daha fazlasını isterken bir gün bitecek bu aşkın ateşiyle daha da yanmamak için ayrılmayı seçtik. Ne zaman ayrıldık ki? Ya da biz hiç aşk diyebildik mi acaba yaşadıklarımıza? Ne zaman beraber olduğumuzu sandık acaba? Telefonda konuşurken mi, yoksa konuşmayı beceremeyip de konuştuğumuzu sandığımızda mı?
Benim Göremediklerim Nelerdi Acaba?
İnsanlar mutluluk ister birbirinden, haklılar da belki ama biraz da yanmak gerekmez mi, yada üzülmek.? Biraz mücadele vermek ya da ulaştığını sandığın o mutluluğu hak edebilmek. Bunlar hep zamanla insanı gerer ve artık mücadele etmek yerine kaçmayı seçer insan. Aşkın varlığı o zaman daha anlamlı hale gelmez mi sizce de? Kim ister ki severken ayrı düşmeyi, kim ister ki her dakika asık bir suratla ve dağılmış bir beyin yapısıyla hayata devam edebilmeyi? Sorular, sorular, sorular.. Soru sordukça beyni kemiren binlerce soru daha çıkar ortaya, cevabı olmayan milyonlarca anlamsız soru hem de. Biz aslında sorular sorarak yaşadık bu güzel aşkı. Ama öyle bir an gelirdi ki, artık soru sormayı sadece bakışlar belirlerdi. Sonsuz ve derin bakışların anlamı birbirimize iyi gelirdi hep.

Dumansızdı ateşimiz, harlı ve narlı.. Kimseye aldırmaz, yolumuza devam ederdik sessizce. Kim olsa buna hayran kalırdı. Gıpta ederlerdi şu yaşadığımız aşkın mucizelerine ve yaşanma şekline. Şimdi minibüse biniyorum, yanımda onu arıyorum. Su içerken, sanki bardağı o uzatıyor. Spor yapayım diyorum, aklımdan çıkmıyor. Onu da beceremiyorum. Kısacık ömrümde bana tat verecek ne kaldı ki, onu da bilmiyorum? Vazgeçsek diyorum bu inadımızdan bazen. Ama o zaman da onunla yaşadığımız o emsalsiz kavgalar geliyor aklıma ve vazgeçiyorum. Sanki onunla olunca daha da ağır şeyler yaşayacakmışım gibi geliyor. Güzel ve o iri ela gözleriyle olmaktan çok mutlu oluyordum, onunla bir başka şey yaşıyordum aslında, tarifsiz ve bambaşka, çok başka. Anlatılmaz ve yaşadıkça anlaşılır bir şey. Benim Göremediklerim başka ne vardı acaba?
O güzelliği ve yaşanmışlıkları bir kenara bırakıp, şimdi ayrıldık diyoruz ikimiz de. Ne kadar da bedbaht bir durum. Ne kadar da saçma sapan bir ortam, ne kadar da anlamsızmış her şey. Bakın, yazdıklarım ona değil aslında, inanın ki anlayanadır. Acımasızca vuruyorduk kanayan yaralarımıza, darbe üzerine darbe. Hiç uslanmadan, acımadan, utanmadan vurduk birbirimize. Yaşandı bitti saygıyla diyeceğimize,
saygısızca bitirmenin hesaplarını yapar olduk. Kim acıyacaktı ki bize, ya da kim bize saygı duyacaktı sizce. Hiç kimse bu aşkın anlamını çözemezdi. Bir tek biz bilebilirdik bunu. Hem acı çeken, hem ayrılan hem de çok seven biz sadece. Deniz ve gökyüzünün birleştiği yerde vardık biz. Ya da çölden gelen bir bedevinin su ile kavuştuğu an gibi idik. Öylesine aç ve susuzduk bu aşka ve birbirimize.
Özlem Dolu Bir ÖMÜR
Annesini arayan bir yavru gibi özlem dolu, babasını kaybetmiş bir oğul gibi yaşlı göz idik. Kimsenin tavrı bizi alakadar etmezdi ama biz tavrımızla birbirimizi asilleştiriyorduk. Tamamlar gibiydik her yarım kalan şeyi. Şimdi ise, aşkların bile pazarda satıldığı bir dünyayı yaşar olmuşuz, kimimiz pazarcı, kimimiz satıcı, kimimiz alıcı belli bile değil adeta. Yazmak denilen bu muamma ile başım derde girecek galiba.Ve yazmaya da devam edip, kendimi avutuyorum böyle. Harflere ve sayılara ağlıyorum saatlerce. Durmadan ve pervasızca…Boşuna yazdıkça daha çok geriliyorum aslında, daha çok yalnızlaşıyor ve daha da çok kimsesiz kalıyorum kocaman dünyamda bir başıma. Neye yarar ki bu saatten sonra çok sevilmek veya çok sevebilmek.. İşte gene bir soru daha sordum kendi kendime ve cevapsız kalmaya mahkum gariban bir soru daha bıraktım karşımda. İşte benim göremediklerim bunlardı belki de.
Kaldıramayacağım kadar artık, vazgeçemeyeceğim kadar da değerli. Bıraksın artık cümlelerimi, o özgür olsun ben de eskisi gibi yalnız ve yapayalnız. Kimse onun gibi iz bırakmadı sevince, acıttığı kalbimle savaşıyorum her gece artık. Yeterince ve bazen de yetersizce. Keşke geriye dönsek sessizce, O 11 Ağustos ruhu ile dolaşsak bu anlamsız hayatın her köşesinde. Ama keşkeler yetmez biliriz ikimiz de, o keşkelerle var olsak da biliriz cümlelerin anlamını yitirdiğini artık. Pişman değiliz hiç birimiz yaşadıklarımızdan. Ne o ne de ben asla pişman olmadık. Esas pişmanlığımız, yaşayamadıklarımız. Bin parçaya bölünen anılarımızı milyonlarca satır edemeyişimiz aslında. Esas pişmanlığımız o..
Güçsüz değiliz, aksine çok güçlendik bu ayrılıkla. Bir daha sevmek mi diyorum şimdi kendi kendime. Asla olmayacağını bile bile, sevemeyeceğimi bile bile kendime sınırlar çiziyorum, büyük ve geniş çizgiler koyuyorum hayatıma. Onsuz her gecemde, yüzümü gözyaşlarımla yıkasam da kalbimdeki yerini asla yadırgamadan onu içimde yaşatmaya devam ediyorum. Beni aldatmaya kalktığını düşünsem de bu bana acı gelmiyor. Ben onun beyninde yer edinmiştim kendime, kalbindeki yerim asla tartışılmaz zaten. Ben yine derinlerde meşgulüm onun sevgisiyle, onun bendeki sevdasıyla. Aldatıldım diye sinsice ağlamak bana da yakışmazdı ki, ağlayayım. Varsın aldatsın beni, varsın zevkin en derinlerinde mutlu olsun birileri ile. Yeter ki hayatta olsun, yaşadığını bileyim, arada bir aklına geldiğimi hissedeyim. Teni ile belki aldatabilir beni, peki ya kazındığım o beyninde ve kalbindeki varlığımı nasıl aldatabilecekti ki?

Bir Kaç Dilek Hakkı
Üç dilek hakkım olsaydı ; ” Gelmesini, Kalmasını ve hiç Gitmemesini ” dilerdim… Aşk kalpten, dost sırttan vurur. Ben kalpten vurulmuştum bir kere. Onun bu vurgunu ile vurgun yemiş bir gemi gibi oldum şimdi. Kalbim iyileşse de sırtımdaki kambur nasıl iyileşecek ki? Orası hep eğik kalacak biliyorum. Hiç bir zaman başım dik olmayacak, uzak ufuklardaki umutları asla görmek mümkün olmayacak biliyorum. Bazen sarılmak iyi gelir. Karşındaki ne hisseder bilemezsin ama sen iyi hissedersin. Ona sarılmak hep iyi gelmişti bana. Tazelenirdi umutlarım sessizce. Ona çaktırmadan, iyi hissederdim kendimi. Bazen de söze değil öze bakacaksın, özü güzel olanın sözü zaten güzeldir. Onun tüm sözleri bana hayat verirdi. Uzaklardan bir kere ‘ Canım ‘ dese yeter ve kalbim kaburgamın altına sığmaz olurdu adeta.
Beni sevsin ya da benden nefret etsin, ikisi de benim yararıma. Severse hep kalbinde olurum derdim, nefret ederse de hep aklında. Şimdi iki seçenekten birisi var onda, ya sevecek ya da nefret edecek. Ben nefret etmiyorum asla ama sevdiğimi de sanmıyorum artık. Sevgi bize yetmedi, yetemedi, Ya da biz birbirimize yetemedik. O seviyor mu acaba diye soruyorum kendime. Sevmediğini biliyorum. En azından başka biri ile olma ihtimalini kabulleniyorum. Nefret ediyor mu acaba, etse ne değişecekti ki bundan sonra? Nefret de aşkın parçası değil mi? Az ya da çok bir sevda masalının kahramanları olabilmiştik kendimizce. Rollerimiz basit değildi ama bir dans pisti düşünelim, sıra bende iken bir başkasının onu dansa kaldırması ya da onun bir başkasına yönlenip beni es geçmesi dokunmuştu biraz, o paramparça ettiği yüreğime.. Benim Göremediklerim ah o kör oluşlarım.
Sanal zevkler uğruna yıkılan hayalleri, sapık ruhları ve ihanete hazır bedenleri başka türlü nasıl anlatabilirim size bilmiyorum. Hiç bir ihanet karşılıksız kalmaz. Ama ya ihanetten sonrası için bir kaçış planı olabilir mi insanın? Kimden ya da neyden kaçtığının bir göstergesi var mıydı, bu kaçışın yaratacağı bir muhtemel kötü son yaşanabilir miydi? İkimiz de bir türlü bu sorulara cevap veremediğimiz için bugün böyle darmadağın ve hayalsiz yaşamaya mecbur kalan insanlara döndük. Bir mülteci çocuğun Paris hayalleri gibi imkansız mıydık, ya da bir görme engelli insanın gök kuşağının renklerini görmeyi hayal ettiği kadar umutsuz olabilir miydik.? Elimizde olan her şeyi kendimiz üretmiş ve kendi kendini imha eden bir program gibi kurgulamıştık. Al işte sana verdiğim bu hayatı, senden geri alıyorum diyen Yüce Yaradan bile bu kadar acımasız değilken, biz kimiz ya da neyiz? Benim göremediklerim, işte bunları Rabbim görür hep..
Yazan : SubaT
15.12.2019
Sebebiyat.NeT Sohbet Siteleri

Bunu paylaş: Sebebiyata not Birak ❤
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
İlgili
Yorumlar (2 Yorum)
Özlemek , hasret çekmek ancak bu kadar güzel yazıya dökülebilir. 11 ağustos sendromu nüksetmiş Emeğine sağlık Subat
Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?